gerilemeye gitmeye başlamıştı. Hala devam eden bu kısırlık, yeni bir şeyler görememenin hayal kırıklıkları ve klişelerin tekrarı ardından, 6.His filminden sonra sürpriz finallerle biraz hareketlenmiş gibi dursa da ivme kaybetmeye devam etti. Türe yeni bir soluk getirecek, yeniden seri filmlere öncülük edecek konu bir türlü çıkmıyordu. Yaşanan bu boşluk eski klasiklerin yeniden çevrimleriyle biraz olsun doldurulmuş görünüyordu.
Gereken hareketlilik 1999 yılında geldi… Önce Joel Schumacher’in, gerçek cinayetlerin kameraya alındığı, bu filmlerin elden ele dolaştığı bir dünyayla tanıştırdığı “8 Milimetre” çıktı geldi. Yine aynı yıl içinde bu kez garip bir film ya da proje salgın halinde yayıldı. “The Blair Witch Project”, Daniel Myrick ve Eduardo Sánchez ikilisinin yarattıkları ve dönemin tüm reklam olanaklarından faydalanarak gerçekliğe yasladıkları kurmaca gerilimle büyük etki yarattılar. Blair Cadısı, yaşanmış olayları içerdiğini iddia ediyor, izlediğinizin kurbanlarca çekilmiş olduğunu, bulunan bu kasetinde üzerinde oynanmadığını da ekliyordu. İnternetin reklamlardaki etkisi de gözler önüne serilmiş oldu. Bir pazarlama harikası olarak anılan film istediği etkiyi seyircide bırakmamış gibi görünse de, korku filmlerinin önünü açmış oldu.
Yine bu yıl içinde izlediğimiz “Cloverfield” aynı yöntemleri tekrar ederek ama bu kez içini doldurarak denedi ve etki yarattı. Son olarak izlediğimiz bir diğer benzer örnekte “Ölülerin Günlüğü” idi. Bu örneklerin arkasından yenilerinin geleceği gerçek. Malum yeniçağ, artık bilgi çağı… Cep telefonlarının sayesinde elinizde her daim kamera var ve çektiklerinizi insanlara ulaştırmakta zor değil. Bu gerçekliğe sırtını dayayan filmlerin de, bundan inandırıcılığı çok kolay yakalaması büyük bir artı olarak yazılıyor hanesine…
"Rec"de bahsi geçen öncüllerinin ardından geliyor... Üstelik yaygın örneklerin aksine İspanya’dan… Artık İspanya dendiğinde kulak kabartmak gerekiyor. Üstüste gelen başarılı örneklerin sonuncusu “Yetimhane” ile Avrupa sineması korku türüne iyi örnekler verme konusunda bir adım öne geçmiş durumda. Yeni halka Rec ile tamamlanırken, yönetmenlik koltuğunda da bir değil, iki isim birden oturuyor.
Jaume Balagueró ile Paco Plaza’nın ortak yönetmenlikleri ilk değil… İkisi de önceki filmleriyle kendilerini kanıtlamış, bol ödül almış isimler. İkilinin adlarını duyuran filmlerin kaynağı da ortak bir isim: Ramsey Campbell. Balagueró’nun 1999’da çıkış yaptığı film “El Sin Nombre”, Campbell’ın öyküsüne dayanıyordu. 15 ödül alan film, “Darkness” ve “Fragile”la biraz düşüş yaşayan yönetmen için hala en iyi işi gibi görünüyor. Plaza’nın çıkışı ise 2002 yılında “El Segundo Nombre” filmine dayanıyor ki, oda Campbell’ın romanından uyarlama. Plaza’da Romasanta ile gözle görülür bir düşüş yaşamıştı.
Balagueró ile Paco’nun birlikte yazdıkları senaryo, gerçekçilik ve inandırıcılık sorununu hiç yaşatmayacak bir çatıya sahip. Üstelik konusunu kurma konusunda da, temposunu ayarlama konusunda da acele etmiyor. Söz konusu olan aslında bir Tv programı. Angela ve kameraman Pablo, “Siz Uyurken” adlı program için itfaiyecileri konu alıyorlar. İtfaiye ekiplerinin yaşamına odaklanırken, sıkıntıdan patlıyorlar adeta. Beklediği heyecanı bulamayan Angela, basketbol oynuyor, tüm odaları tanıttıktan sonra röportaj sırasında keşke telefon çalsa ama çalmasın her şey iyi gitsin ikilemini yaşıyor.
Beklenen ihbar geliyor. 6 daireli bir apartmana gidiliyor. Yalnız yaşayan, pek evinden çıkmayan yaşlı kadının evinden çığlıklar gelmiş olması ihbar sebebi. İki itfaiyeci, Tv ekibimiz, hasta kızı ile annesi, yaşlı bir çift, stajyer doktor, uzakdoğulu bir aile ve iki polis’ten oluşan kadro tamamlanmış oluyor. Bu arada hala her şey sakin elbette… Ne olacak beklentisi anbean yükselirken sadece kameramanın çektiklerini, doğal ortamı görüyoruz. Herhangi bir müzikten film boyunca faydalanılmıyor.
Polis ve itfaiye ekipleri çığlıklar gelen daireye çıkıyor. Yaşlı kadının görünmesi ve polislerden birini ısırması ile de film dizginlerinden boşanıyor. Etkili sahneler, bağrışmaların, paniğin ortasında hayat mücadelesi ile kayıt hızla devam ediyor.
Bilinmeyen hastalık sebebiyle apartmanın çepeçevre sarılması, kimsenin dışarı çıkmamasına izin verilmemesi ile de hikaye zirvesini bulmuş oluyor. Tempo sorunu çekmeyen film, belli aralıklarla küçük sıçramalarını yaptığı gerilimi de tatmin edici ve mantıklı bir finalle bitiriyor.
2007 yapımı “Rec: Ölüm Çığlığı”, İspanya’da vizyona girişinden bir sene sonra ülkemizde vizyonda. Birçok kişinin korsan piyasada keşfettiği, kulaktan kulağa yayılan filmin vizyonu için aslında geç kalınmış olsa da, sinemada aynı deneyimi bir kez daha yaşamak isteyenleri de çekeceği kesin.
Çeşitli festivallerden 16 ödülle dönmüş “Rec: Ölüm Çığlığı”, iyi ayarlanmış temposu, bir an eksiltmediği gerilimi ve tatmin edici finaliyle özgün korku filmi örneği ihtiyacını fazlasıyla karşılarken, “Blair Cadısı”nın araladığı kapıyı da sonuna kadar açmış oluyor…